25 Ocak 2014 Cumartesi

Tokat Kebabı

Bir yemek tarifleri sitem var. Hazırlamaya başlayalı uzun zaman oldu ancak fazla imkan bulup uğraşamıyorum, elbet bir gün tamamlayacağım. Şimdilik fazla tarif yok ancak en önemli özelliği elinizdeki malzemeye göre tarif arayabilecek olmanız.  

Bugün sizinle sitemde mevcut olan bir yemeği paylaşmak istedim, yiyip de sevmeyen kimse görmediğim Tokat Kebabı. 

İnternetten Tokat kebabı ocağı satın aldım, yazlıkta fırsat buldukça pişiriyoruz. Yemesi harika da etraftaki tüm kedi köpek camiasını kendimize düşman ettik yahu... 

Evde kendiniz yapma imkanınız yoksa, özlemini çekiyorsanız ve İstanbul'da ikamet ediyorsanız, bu kebabı Polonezköy'de Necatibey Tokat Mutfağı adlı restaurantta yiyebilirsiniz. 

Haydi bakalım başlayalım:


Malzemeler:


  • Tokat Kebabı Ocağı 
  • 1 Kg Kuzu Kuşbaşı (İri doğranmış)
  • 200 gr Kuyrukyağı
  • 3 Ad. Orta Boy Kemer Patlıcan
  • 2 Ad. Orta Boy Patates
  • 4 Ad. Orta Boy Domates
  • 250 gr Sivribiber
  • 5 Baş Sarımsak
  • İstenen miktarda Lavaş
  • Tuz

Yapılışı:

Tokat Kebabı kendine özgü, soba benzeri bir ocakta odun ateşi ile pişirilir. Bu ocak ev içi kullanım için uygun olmayıp; bahçe, piknik alanı vs. yerlerde kullanılmak için uygundur. 

1- Kuşbaşı etleri tuzla harmanlayıp, diğer malzemeler hazır olana dek dinlendirin. Kuyrukyağını etlerin boyutunda doğrayın.

2- Patatesleri soyarak 1 cm kalınlığında yuvarlak dilimler oluşturacak şeklide doğrayın. Domatesi ise soymadan aynı şekilde doğrayın ve tuzlayın. 

3- Patlıcanları uzunlamasına ikiye böldükten sonra, enlemesine 3-4 parçaya bölün. Bölünmüş patlıcanları ve patatesleri suyla temas ettirmeyin, limonlu suya yatırmak ve benzeri bir işlem yapmayın. 

4- Şişlerinizi kuyruk yağıyla yağladıktan sonra malzemelerinizi şişlere dizmeye başlayabilirsiniz. Şişe ilk önce bir adet kuyrukyağı yerleştirin ki bu yağ pişerken malzemelere akarak lezzet versin. Ardından bir adet patlıcanı iç (beyaz) tarafı kuyrukyağına bakacak şekilde şişe geçirin. Ardından bir patates, bir et, bir patlıcan şeklinde tekrarlayarak devam edin. Malzemenizin yettiği kadar sayıda şişi bu şekilde hazırlayın. Şiş pişerken dik olarak asılacağından şişin sonuna malzemelerin düşmesini engelleyecek bir stoper olarak patlıcanların kafalarını geçirebilirsiniz.

5- Başka bir şişe sarımsak başlarını bölmeden, dağıtmadan dizin. Diğer bir veya birkaç şişe de biberleri dizin. İsteğe göre soğan da eklenebilir.

6- Domatesleri Tokat Kebabı ocağınızın altındaki sürmeli bölmeye yerleştirin. Yukarıda pişen şişlerin yağları domateslere akarak enfes bir lezzet verecektir. 

7- Şişleri ocağınıza asın, arada çevirerek tüm malzemeler pişene dek bekleyin. Etinizin ve sebzenizin cinsine göre 45 dk - 1 saat arası sürecektir. 

8- Lavaşlarınızı genişçe bir tepsinin üzerine dizin. Pişen şişlerinizi lavaşların üzerine dökün, üzerine veya bir kenarına domateslerinizi yerleştirin ve servis yapın.


Afiyetle...


23 Ocak 2014 Perşembe

Loempia - Lumpia

Size bugün Güneydoğu Asya kökenli bir tür sigara böreği olan lumpiayı anlatmak istiyorum.
Lumpia aslen Çinlilere ait bir börek ancak onu Avrupa'ya tanıtanlar zamanında Endonezya, Filipinler gibi Güneydoğu Asya ülkelerine göç eden Çinli göçmenler olduğu için börek buralara ait gibi düşünülüyor. 

Hollanda, Belçika ve Fransa'da bu böreğe Flemenkçe olan "loempia" deniyor, zamanında Endonezya'nın Hollanda sömürgesi olması sebebiyle.

Çin usulü lumpia, görünürde tipik bir spring roll, bizim avcı böreğine benziyor 
ama içinde ne var bilemiyorum.


Bense size Vietnam usulü sebzeli lumpia tarifi vermek istiyorum. Vietnam usulü olan daha uzun ve ince sarılıyor.





İçine zevkinize göre sebzelerin yanında et, kıyma veya tavuk da ekleyebilirsiniz. Ya da tamamen farklı sebzeler kullanarak da bu böreği pişirebilirsiniz.

Vietnam usulü sebzeli lumpia tarifi:

İç Malzemeleri:

* 2 diş sarımsak (minik minik doğranmış veya rendelenmiş)
* 1 soğan (yemeklik doğranmış)
* 1 büyük havuç (ince uzun doğranmış)
* 50 gr soya filizi
* 5-6 yaprak lahana (ince doğranmış)
* 2 kaşık zeytinyağ
* Bir tutam tuz, karabiber veya beyaz biber


Hamur malzemesi:

* 200 gr un
* 50 gr mısır nişastası
* 1 yumurta
* 2 bardak su
* Bir tutam tuz

* Böreği kızartmak için ayçiçek yağı

Yapılışı: 

Hamuru hazırlamak için, bir kaba unu ve mısır nişastasını koyup su, yumurta ve tuzu da ekleyerek karıştırınız.
Hamurun durumuna göre 1-2 kaşık su daha ekleyebilirsiniz. 10 dakika kadar beklettikten sonra hamuru tekrar karıştırınız. Küçük teflon bir tavayı (yumurta pişirdiğimiz sahanlar boyutunda) bir fırçayla hafifçe yağlayınız ve biraz ısıttıktan sonra 2 yemek kaşığı hamuru tavaya akıtarak yayınız, ince bir katman hamur elde edeceksiniz, tersini çevirmeden ve fazla kurutmadan tavadan alınız.

Bir tavaya zeytinyağı ve sebzelerin tümünü atarak sebzeler ölünceye dek kavurunuz.
Elde ettiğiniz iç malzemeyi biraz beklettikten sonra soğumuş olan hamurlarınızın içine göz kararı miktarlarda koyarak sigara böreği misali sarınız.

Bir tavanın içinde ayçiçek yağını kızdırıp böreklerinizi kızartınız.

Pratik çözüm:

Hemen hemen aynı lezzette bu çıtır böreği yapmanın daha pratik bir yolunu buldum. Marketlerde satılan hazır baklava yufkaları vardır. Hamur yapma zahmetine katlanmak istemeyenler, malzemelerini baklava yufkasına sarıp kızartabilirler, enfes oluyor.

Bu böreği tatlı-ekşi sosla veya soya sosuna batırarak yiyebilirsiniz.

Cümleten afiyet olsunnnn...





22 Ocak 2014 Çarşamba

Canım insanım...

Sokakta konuşan bazı insanlar vardır, "çoook geliştik çoook, insanlar artık ülkemizi tanıyorlar, çok ilerledik, çok zenginleştik, Avrupa bile krizde, biz değiliz".  Vay anasını be herkes yerinde saymış, biz cennete ulaşmışız da haberimiz yokmuş dedirtirler insana. Tüm dünyada teknolojinin ilerlemesiyle ucuzlaması sonucu eskiden ulaşamadıkları şeylere ulaşabilmelerini gelişim zanneden insanlar da aynıdır. "Maaşallah maaşallah bizim bütün torunlarda ay-fon var" derler.  Büyük bir kandırmacanın içinde olduklarını bilmezler, anlamazlar...  Bu sorun yalnız bizde değil tüm gelişmekte olan ülkelerde aynıdır.

Bu tür ülkelerde devletin başındaki otoriteler çıkarlar ve ekonominin ne kadar büyüdüğünü anlatıp dururlar. Ekonomik büyümenin birey için bir anlam ifade etmediğini, önemli olanın sürdürülebilir kalkınma olduğunu bilmeyen halk da onlara inanır ve kendi kendine sevinir. Oysa ekonomik ve sosyo-kültürel altyapısı sağlam olmayan ülkelerde ekonomik büyümenin sonucu gelir dağılımı dengesizliğinde artış, daha fazla yolsuzluk, daha fazla kültürel ve ahlaki yozlaşmadan ibarettir. Yani zenginin daha fazla zenginleşmesi, fakirin daha fazla fakirleşmesi ve körleşmesidir. Bu körleşmeyi sağlayan uyuşturucular vardır, din gibi, futbol gibi, batıdan ithal anlamsız yarışmalar gibi, boş ama sansasyonel diziler gibi, içi boşaltılmış eğitim sistemleri ve insana aslında hiçbir faydası olmayan bazı teknolojiler gibi... Gençler tweet atmaktan, tuvalete gittiğini face de paylaşmaktan, bazı yetişkinlerse geçim derdinden ve düzenin onları soktuğu günlük ritmlerinden sıyrılıp da kafayı toparlayıp düşünemezler. Tüm bunlara maruz kalan adam zaten beyni sulanmış adam haline gelir. "Halkımız cahil" diye bir kalıp vardır. Aslında cehaletten çok insanların sorgulayamama nedeni maruz kaldığı bu dayatmaların sonucu yaşadığı sersemliktendir.

Ey canım insanım, evet dünya artık seni tanıyor ama bir halt becerebildiğinden sanma bunu, boşuna böbürleniyorsun çünkü sana kötü bir haberim var, artık dünya insanları okyanusun ortasındaki en küçük ada devletlerini bile tanıyorlar, neden dersin? Teknoloji dünyayı küçülttüğü ve hemen her bilgi ve her yer erişilebilir hale geldiği için olabilir mi? Dünya için kayda değer ne ürettin, ne icat ettin? Batıdan ithal teknolojileri görüp onlara ulaşabilmeyi marifet saydın. Bilim adamlarını, sanatçıları, topluma yol gösterici olacak insanları, köylüyü, çiftçiyi körelttin, yok ettin. Buğday deposu İç Anadolun varken dışardan buğday ithal ettin. Her ilçeye üniversite açtın, meslek yüksekokulları açtın, sonra da oradan mezun olan umutlu, meslek sahibi olduğunu sanan gençleri asgari ücretle çağrı merkezi çalışanı, tezgahtar, güvenlikçi olmaya zorladın, bir de cazip olsun diye bu işlere yeni yeni havalı isimler taktın, Satış Temsilcisi, Müşteri Temsilcisi, Güvenlik Sorumlusu dedin, ismi büyüttün, maaşı küçülttün. Çünkü memlekette başka iş bırakmadın. İnşaattan başka sektör tanımadın, doğal alanlarını yok edip beton yığınına çevirmeyi marifet saydın. Fakirinin bir evi yokken, zengininin siteleri olmasını garipsemedin. Gökdelen = medeniyet haline getirdin.

Sana yine kötü haberlerim var, maalesef medeni toplum gökdeleni olan toplum demek değildir.

Medeni toplumlarda erkek hegemonyası egemen olmaz, yaşlı insanların, kadınların, çocukların, engellilerin ve eşcinsellerin durumu senin toplumundaki gibi değildir.

Emekli olan ölsün diye gözünün içine bakılmaz, yaşlılar değer görür. Geçinebilecek bir emekli maaşı, düzgün sağlık hizmeti alırlar ve hatta gezip tozabilirler. Sokakta arabalar onların üzerine sürmez, yol verirler, markette kasada onların işlerini bitirmelerini beklerken yavaşlıkları yüzünden bıdırdanmazlar, sabırla sıralarını beklerler.

Medeni toplumlarda hergün kadın cinayetleri işlenmez, kadınlar evlere hapsedilmez, çocuk yaşta evlendirilmez ve onlara ikinci sınıf insan muamelesi yapılmaz. Kadın, temizlik, yemek ve bebek makinesi haline getirilmez.  Tüm halkın vergileriyle tüp bebek masrafları üç kez ödenirken zorunlu hastalıkların ilaçlarının ödentileri kesilmez.  Doktorların insanlara yalnızca beş-on dakika ayırabildiği bir sistem bulunmaz. İnsanlara boşu boşuna sürekli ilaç dayatılmaz.

Medeni toplumlarda çocuklara kaldıramayacakları yükler yüklenmez. Çocuklukları bir yarış haline getirilmez. Onların vakit geçirebileceği parklar, bahçeler, spor alanları yok edilip yerlerine binalar dikilmez. Çocuklar TV ve bilgisayar başına hapsedilmez. Her geçen gün daha küçük yaşta çocukların ellerine tabletler tutuşturarak ağlama zırlamalarını engelleyip rahat etmek isteyen ebeveynlere dönüşen insanların çocuklarına verdikleri zararın bedelini hem kendileri, hem çocukları ve hem de sonraki nesiller ödeyecek maalesef.

Medeni toplumlarda engellilere verilen haklar sahip oldukları insan haklarına ek olarak hayatlarını kolaylaştıracak diğer haklardır yani pozitif ayrımcılık uygulanır. Onlara hiç sahip olamadıkları sıradan insan hakları ucundan gösterilip de bir de bunun reklamı yapılmaz.

Medeni toplumlarda insanlar cinsel tercihleriyle yargılanmaz. Eşcinseller de diğerleri gibi iş hayatının, siyasetin, sanatın içinde eşit haklarla yer alırlar. Sürekli homofobik davranışlara ve saldırılara maruz kalmazlar.

Medeni ülkelerde sürekli çevre katliamı yapılmaz. Bazı Kuzey Avrupa ülkelerinde trafik lambaları kaldırılıyor, neden dersin? Küresel ısınma yüzünden. Sen ne yapıyorsun peki? Diktiğin her binanın dışını rengarenk ışık cümbüşü yaptığına seviniyorsun. Şehrin her köşesi red light district maaşallah.

Hangi medeni toplumda sabah akşam minibüs, otobüs, metrobüs vs taşıtlarda nefessiz, birbirine ve camlara yapışmış insanlar, binbir koku içinde işlerine veya evlerine ulaşmaya çalışıyorlar acaba? Hindistan medeni toplumunda mı? Ama sen sevin, bir köprü daha geliyor, o zaman otobüslerdeki metrekare başına düşen insan sayısı bir iki tane azalır belki, rahatlarsın.

Bir de Avrupalı krizde diye göbek atıyorsun. Sana bir kötü haberim daha var, onların yolları, köprüleri, binaları, altyapıları senelerdir yerinde duruyor, olmayanı yaratmakla uğraşmıyorlar, refah düzeyleri biraz düşmüş olabilir ama ekonomik ve sosyo-kültürel altyapıları çok sağlam ve onlar habitatlarını korumanın da maliyetine katlanıyorlar şu anda, kendilerini zehirleyen tüm sanayi ve teknolojiyi gelişmemiş ülkelere atma kurnazlığını gösterdiler. Buralardaki insanlar da istihdam edilme umuduyla sevindiler maalesef. Onlar çevrenin önemini çoktan farkettiler ve bunun için de seferber oldular, olan bu önemi henüz kavrayamayan ve kalkınmaya çalışan ülkelere oldu.Her iki taraf da bir gün bunun karşılığını görecek, bir taraf organik pamuktan yapılmış eşofmanlarının içinde "bir süre için" mis gibi havayı içine çekerken, diğer tarafsa evde muhtemelen kanserojen madde içeren polyester Çin malı pijamanın içinde, TV'de kendisine dayatılan malum programları izlerken, bir yandan da muhtemel GDO'lu yiyeceklerini tüketip vakit geçirecek ve gün gelecek nüfusun neredeyse dörtte birinin toplandığı şehirde, artık nefes alamayacak, nasıl yapsam da köyüme kaçsam diye kıvranıp duracak. Ve bu kıvranan insanların durumu boomerang hesabı o organik eşofmanlıyı da tekrar dönüp vuracak.

Dünyada hepimize yetecek kadar kaynak olmasına rağmen, kaynakların büyük bölümünü küçük bir insan grubu elinde tutuyor. Buna bir çözüm getirilmediği ve bir denge kurulmadığı sürece insanlık fakirlik, hastalıklar, doğal afetler sonucu yok olmaya doğru gidecektir.

Zenginler sahip oldukları varlıkları finans piyasalarında değerlendirerek varlıklarına varlık katıyorlar ve bu kazançlarını diğer insanların istihdam edilebileceği yatırımlara dönüştürmek istemiyorlar. Ancak bu durumun gün gelip kendilerine zarar vereceğini henüz hepsi anlayabilmiş değiller. Açlık sınırının altında yaşayan insanlar akın akın kaçak göçmen olarak batıya koşuyor. Sorunlara çözüm getirecek politikalar uygulanmıyor. Dünyada büyük bir değişimi devrimle yaratan Fransızlar, biraz erken de olsa yine bir çözüm getirmeye çalıştılar ama maalesef tüm dünya onlara kahkahalarla güldü ama bir gün tüm ülkeler aynısını yapmak zorunda kalabilirler.

Fransız işadamı Maurice Levy bundan iki yıl önce Fransa'daki ekonomik krizin çözülebilmesi için zenginlerin daha fazla vergi vermesi gerektiğine dair bir yazı yazdı. Bir taşlanmadığı kaldı. Fransız hükümeti bunu uygulamaya kalkınca da zenginler ülkeyi terk etmeye başladı. Başta da hepimizin iyi tanıdığı bir aktör hemen gidip Rusya'ya sığındı. Dünya üzerinde bazı meslek gruplarında bir takım insanlar hak ettiklerinin üzerinde gelir elde ediyorlar, ünlü oyuncular, futbolcular, şarkıcılar muazzam kazançlar elde ediyorlar. Ve insan doğası gereği de bunu kimseyle paylaşmak istemiyorlar. Onlara o paraları kazandıran o insanlar da olsa... Haklı olup olmadıklarıı tartışmayacağım ancak bir futbolcu milyarlar kazanırken şampiyon bir güreşçinin veya atletin geçim derdine düştüğü, popüler bir şarkıcı parayı bavulla taşırken bir opera sanatçısının esamesinin okunmadığı bir düzeni de içime sindiremediğimi belirteceğim.

Belki bu yazdıklarım yüzünden beni komünist olmakla suçlayacaksın, belki de sadece ukalalıkla... Sana bir haberim daha var canım insanım, ben ne komünistim ne de haddini bilmez. Ben sadece bir insanım, özgür, demokratik, refah içinde, medeni toplumlar ve tertemiz bir doğa isteyen...

Sağlıcakla kalın...

Günün anlam ve önemi :






9 Ocak 2014 Perşembe

Ertelenmiş Uyku Fazı Bozukluğu (Delayed Sleep Phase Syndrome) - DSPS


  • Geceleri yatağa gitmek içinizden gelmiyor mu?
  • Yatmamak için kendinize bahaneler uyduruyor, el ayak çekildiğinde beyninizi daha verimli, kendinizi daha huzurlu mu buluyorsunuz? 
  • Gece geç yatmanız yüzünden işe geç kalıyor, gündüz ara ara uyukluyor, gergin ve sinirli hissediyor, konsantrasyon bozukluğu mu yaşıyorsunuz?  


O zaman bu yazıyı okumanızı tavsiye ederim. 


Ertelenmiş Uyku Fazı Bozukluğu; bundan sonraki kullanımlarımda DSPS diyeceğim,  benim çocukluğumdan beri çektiğim bir sorun.

Bu, bir tür sirkadyan ritm bozukluğudur. Peki sirkadyan ritm nedir? Sirkadyan ritm, canlıların 24 saatlik döngüsünde vücudun biyolojik işleyişini ayarlayan vücut saatine verilen isimdir. Yaşlıların, vardiyalı işlerde çalışanların, jet lag yaşayanların, narkolepsi hastalarının sirkadyan ritm bozukluğu yaşadıkları görülür. 

Bunlar dışında bir de bizim gibi gece kuşları vardır ki bu kuşluğun adını tıp dünyası DSPS koymuş. Bu durum, uykusuzluk hastalığı olarak bilinen insomniadan farklı, çünkü DSPS'de kişi her gece sabaha karşı veya sabah saatlerinde uyuyup tüm günü uykuda geçirebilir. Uyumakla değil zamanlamayla sorunu vardır. Insomniada ise kişi gündüz de uyuyamaz.

Amerikalıların araştırmalarına göre DSPS her 500 yetişkinden sadece 1'inde görülürken, ergenlik çağındakiler ve ergenlikten yeni çıkmış gençlerde %7 gibi bir oranla daha yaygın. Bence bunun sebebi gençlerde daha fazla enerji, daha fazla teknoloji ve daha az sorumluluk oluşu  olabilir. 

Peki bu sendromun nedeni nedir? Okuduğum çeşitli kaynaklara göre sebebi tam olarak bilinmese de çeşitli araştırmacılar tarafından öne sürülen muhtemel sebepler şöyle:

  •  Vücut saatimizi ayarlayan Melatonin hormonunun yetersizliği. TV ve bilgisayar ışığının akşamları melatonin seviyesini baskıladığına dair iddialar var. 
  • Yaşam tarzı ve beslenme. Gün boyunca kafein gibi uyarıcıların fazla tüketilmesi ve sağlıklı beslenilmemesi, sigara ve alkol kullanımı vs.
  • Genetik faktör. Bazı bilim adamları bu durumun belirli bir gene bağlı olabileceği iddiasındalar.
  • Beynin, sirkadyan ritmi ayarlayan bölümünde muhtemel bir hasar (bir travma veya tümör)
  • Yapılan bazı araştırmalar akşamcı tiplerin IQ larının erken yatıp erken kalkanlardan daha yüksek olduğunu göstermiş. Bunun sebebi beyinlerinin daha aktif olup sosyal yaşamdan uzaklaştıklarında daha rahat ve kesintisiz düşünebilmeleri olabilir mi bilemem. Ancak şu da bir gerçek ki sabah başlayıp akşam biten iş yaşamında akşamcıların başarılı olma şansları çok az. London School of Economics de yapılan bir çalışmada IT proje çalışanlarının çoğunun akşamcı ve daha yaratıcı tipler olduğu, yöneticilerin ise sabahçı tipler olduğu ancak akşamcıların anksiyete ve depresyona daha yatkın ve daha az güvenilir tipler olduğu belirtilmiş.
Bense kendi sebebimi şöyle bulmuştum, gün içinde yeterli fiziksel aktivitede bulunmuyor, fiziksel olarak yorulmuyorum, ayrıca dışarıda yeterli vakit geçirip hava almıyorum derkeeeen aklıma geldi, e çocukken niye erken uyuyamıyordum peki? Yine çözümsüz kaldı işte.....

Neyse, bu kadar yazmışken uzmanların tavsiye ettiği tedavilerden de bahsedeyim.  Tavsiyeleri şöyle:

  • Akşam saat 21.00'den sonra bilgisayar ve cep telefonu kullanmamak,
  • Bir uyku günlüğü tutarak her gün yatma kalkma saatlerinizi not edip, her akşam uyku saatinizi bir veya birkaç saat geriye ya da tam tersi ileri almak (kronoterapi)
  • Sigara ve kafein tüketimini kısıtlamak veya tamamen bırakmak
  • Spor yapmak
  • Bir uyku uzmanından yardım alarak melatonin kullanmak, ışık terapisi, kronoterapi benzeri uygulamalar.

Not: Blogumdaki tıbbi bilgiler teşhis ve tedavi amaçlı bilgiler olmayıp genel bilgilerdir. Herhangi bir sağlık probleminiz olduğunda ilk başvuracağınız kişiler doktorlar ve sağlık kuruluşları olmalıdır. 


Sağlıklı hayatlar dilerim...





4 Ocak 2014 Cumartesi

Kadin Filmleri deyince... Benim top 25 im...



Birkac film var ki; ben onlari kadin filmleri olarak adlandiriyorum, kimisinde sanattan eser olmadigini dusunebilirsiniz ancak hepsinin temasini olusturan kadinin bu dunya uzerindeki varligi uzerine sizi dusunduren, sorgulatan bu filmler benim her zaman favorilerimde yer alacak...

Bloguma neden filmle basladigimi da dogrusu bilmiyorum, saat gecenin 01.30`u ve canim birseyler yazmak istiyor. Icimden gelen ilk sey de filmler ve kadinlar oldu, yazma konusundaki acemiligimi yenebilmem icin iyi bir baslangic oldugunu umarak dokturelim bakalim.

Noeli gecirdigim Hollanda`dan yeni dondum, o yuzden ilk siraya bu filmi yakistirdim. Hemen bidirdanmaya baslamayin, neee Noel mi, Hollanda mi; tuu kaka dediginizi duyabiliyorum. Ustelik oraya dumanlanmaya gitmedim, o yasi coktan gectim. Ne derseniz deyin, ben noeli cok seviyorum, keske bizim de ruhumuzu bu kadar aydinlatabilecek, kisin sogugunda  renkleriyle icimizi simsicak saracak, olumu ve obur dunyayi degil dolu dolu yasamayi dusundurecek bir bayramimiz olsaydi.

Filmler begeni sirasina gore dizilmedi, nedense belirtmek istedim. Bir koc burcu kadini odunlugunda yaziyorum iste... Ilk onunu aciklayip kalanlarini sizin arastirmaniza birakmayi dusunuyorum.

1- ANTONIA`s Line (1995)
 1996 yilinda yabanci dilde en iyi film Oscarini almis olan Antonianin Yolu izledigim en etkileyici kadin filmlerinden biri. Guclu, erkeklerden bagimsiz kadin Antonianin hikayesinin buyuk kismi 2. Dunya savasindan sonra kiziyla birlikte ailesinin ciftligine donusunu ve neslini devam ettirisinin etkileyici oykusunu anlatiyor. Kuzey Avrupada gecmesine ragmen Akdeniz havasi verilmis olan filmdeki hikaye biz zavalli, erkekler tarafindan her gun oldurulen Turk kadinlarina cok sey ifade etmeyebilir, hatta cesaretsiz buyuk buyuk annelerinize icinizden kufur de edebilirsiniz :) ancak insanin icindeki guc ve iradenin ne gibi meyveler verebileceginin guzel bir ornegi. Zevkle izleyebilirsiniz. Ve hatta sizin kucuk kucuk torunlarinizin size kufretmemesi icin ne yapabileceginizi dusunebilirsiniz :)

2- The Joy Luck Club (1993)
1949 yilinda Amerikaya goc eden dort kadinin vakit gecirmek ve belki de kendi kulturlerine ozlemlerini gidermek uzere kurduklari kulubun bir sonraki nesildeki etkilesimi ve bu kadinlarin hayata tutunma hikayelerini anlatan filmin yalnizca bir Bafta odulu var, buyuk haksizlik oldugunu dusunuyorum. Gelenek uzerine de dusundurecek ve aydinlatacak guzel bir film.

3- Water (2005)
Hindu kulturunde bir kadinin kocasi oldugunde kadinin 3 secenegi vardir, ya esinin erkek kardesi ile evlenir, ya esi ile birlikte yakilir ya da manastir benzeri bir yerde omur boyu inzivaya cekilir. Siz hangisini yapardiniz? Ben bilemedim dogrusu...

4- Chocolat (2000)
Juliette Binoche sever misiniz? Ben nedense bu hanim hakkinda hicbir zaman bir karar veremedim, bazen bana cok soguk ve yapmacik geliyor ancak onun o oldukca Fransiz tarzi yok mu, bazen de karsi koyulmaz buluyorum dogrusu. Chocolat sanirim onun en sicak filmlerinden biri. Cikolatayi cok seviyorsaniz ya da aserme donemindeyseniz filmi izlemeden once yaniniza cikolata depolamanizi tavsiye ederim. Johnny Depp den hic haz etmem ama rolu ona gercekten oturmus ve guzel bir cift olmuslar dogrusu. Romantizmin insancillikla flort ettigi sicacik bir film.

5- Wadjda (2012)
Haifaa Al-Mansour, Suudi Arabistanin ilk kadin film yonetmeni ve bu filmi de ulkede gizlice cekmis. Filmin konusundan cok bir kadinin yasaklarla dolu bir ulkede boylesine bir cesaret gostermesi ilginizi cekecektir. Ayrica biatin insanda dogustan var olup olmadigini, cevre kosullarinin insanin kisiligini ve zekasini ne kadar etkileyip etkilemeyecegini sorgulayacaginiz guzel bir film.

6- The Color Purple(1985)
Spielbergin yonettigi, Alice Walkerin kaleminden uyarlanan ve alti yil once Chicagoda muzikalini izleme sansi buldugum bu film, gectigimiz yuzyilin ilk yarisinda geciyor ve Afro-Amerikan kadin karakterleriyle bir duygu soleni sunuyor. Kardeslik, kadin dayanismasi ve insanin insana eziyeti sizi duygudan duyguya surukleyecek.

7-  The Stonning of Soraya (2008)
Koktendincilik, cinsiyet ayrimciligi ve annelik uzerine izleyebileceginiz en etkileyici filmlerden biri. Sureyyanin hikayesi sizi sadece isyan ettirmeyecek, ayni zamanda yasadiginiz dunyayi sorgulatacak ve uykunuzu kaciracak...

8- Mona Lisa Smile (2003)
Julia Roberts o kocaman agziyla nasil bu kadar tatli bir gulumsemeye sahip olabiliyor bilemiyorum. Mona Lisa gulusu bize, bizim gibi olmayanlari kabullenebilme, benimseyebilme ve onlardan birseyler ogrenebilme dersi veriyor. Gerci bu tatli ogretmen muhafazakar bir cumhuriyetci olsa ve tum ogrencileri liberal demokratlar olsa kim kimden ne ogrenirdi, o da tartisilir...

9- The Help (2011)
Yine Afro-Amerikan kadinlar, bu sefer 1960larin hizmetcileri olarak karsimizdalar. The Help sizi hem guldurecek, hem aglatacak sicacik bir film. Sahip oldugunuz haklarin kiymetini blmeniz ve onlari sahiplenmeniz gerektigini bir kez daha size hatirlatacak...

10- Monster (2003)
Tanrim!!! Bu kadar guzel bir kadini nasil bu hale getirdiniz??? Charlize Theron benim favori kadinimdir, benim boyumda bacaklari oyunculugunun yaninda sifir kaliyor dogrusu. Hicbir kadin fahise de dogmaz, katil de... Bu katil fahisenin gercek hikayesini heyecanla izleyecekseiniz. 

Diger favori kadin filmlerim soyle devam ediyor:

11- Volver (2006)
12- Prime (2005)
13- North Country (2005)
14- Mutluluk (2007)
15- Persepolis (2007)
16- Freedom Writers (2007)
17- The Guitar (2008)
18- Fried Green Tomatoes (1991)
19- Madeo (2009)
20- The Lovely Bones (2009)
21- Precious (2009)
22- Girl Interrupted (1999)
23- Thelma & Louise (1991)
24- The Stepford Wives (1975 / 2004)
25- The Devil wears Prada (2006)